Koskoca bir bayramı atlattık ancak bir türlü gezdiğim yeni nokta olan Gökçeada’dan bahsetmedim. Bayram öncesinde Men E Men dizisinden de tanıyacağınız Genco ve eşlerimizle bir kaçamak mı yapsak acaba dedik ve araştırmalar sonrasında yoğun bayram rezervasyonlu lokasyonlardan biri olan Gökçeada’ya gitmek üzere hazırlıklara başladık. Yol uzun değil ancak otomobil ile gideceğimiz için herşeyi iyi planlamamız gerekiyordu. Bizde önce eşlerimizi bu konuda uyararak bavul kapasitemizin sınırlı olduğunu kendilerine ilettik.
İstanbul’dan başlayan yolculuğumuz sabah 4’te startını verdi ve o saatlerde trafiğin açık olmasından faydalanarak “Torun Tombalak” (Genco’nun arabası) ile yola koyulduk ve 4 saat sonucunda Kabatepe Feribot iskelesine vardık. Kısa bir bekleyişten sonra feribota bindik ve 1 saat 45 dakikalık yolculuk ile Gökçeadaya ulaştık. Gökçeada gerçekten büyük bir ada, yüzölçümü olarak büyük olmasından ötürü içinde ulaşım için kesinlikle otomobil bile gidilmesi gerekiyor. Feribot’tan indikten sonra adanın en hareketli olan bölümü olan Kaleköye hareket ettik. 15 dakikalık bir yolculuk sonrasında kalacağımız yere varmıştık. Birer yorgunluk çayından sonra Kale Motel’e yerleştik. Küçük bir motel olan Kale Motel tam olarak denize sıfır diyebileceğimiz konumdaydı ancak denize sıfır olmasına karşın denize oradan girmek pek mümkün olmuyor. Biraz yürüyüp kayalıklardan denize girmek mümkün! E tabi klasik olarak tatile gelir gelmez ilk yapmak istediğimiz şey denize girmek oldu. Bunun için yardım aldığımız motel personeli bize Yıldız koyunun yakında olduğunu belirtti ve yürüyerek oraya kısa sürede gidebileceğimizi söyledi. Bizde 10 dakikalık bir yürüme sonrasında Yıldız koyuna vardık.
Küçük bir koy olan Yıldız koyu, ülkemizin Milli Sualtı parkı ünvanını almış. Ancak gerçekten bu ünvanını fazlasıyla hakkediyor. Çünkü su altı muhteşemdi. Küçüklü büyüklü balıklar, su altında bambaşka bir dünyaya sizi karşılıyor. Tabii bu güzelliği gören biz durur muyuz? Tabii güzel şeylere ulaşmakta biraz zor olabiliyor. Çünkü kayalıklardan girmek istediğinizde karşınıza minik, sevimli deniz
kestaneleri çıkıyor. Ayaklarımıza dikkat ederek girdiğimiz deniz bize ilaç gibi geldi.
Günümüzü burada geçirdikten sonra akşam için planımız hazırdı. Kalacağımız mekana giderken daha önceki araştırmalarımızda Gökçeada’da Tepeköy mevkiinde Barba Yorgo isimli mekanı tavsiye etmişlerdi. Bizde deniz öncesinde arayıp rezervasyonla gidilmesi gereken mekana yerimizi ayırttırdık. Akşam geç saate kalmadan Torun Tombalağa atladık ve mekana hareket ettik. Şimdiden söyleyeyim mekana ulaşım pek virajlı geçti. Çünkü dediğim gibi adı üstünde bir yer Tepeköy 🙂
Mekan salaş ancak ziyaretçisi çok! Günlük olarak çıkarılan farklı mezeler ve kendi üretimleri olan şarapları herkes tarafından biliniyor. Biz gittiğimizde de kalabalık olmasına rağmen yerimize geçtik ve servisi bekledik. Meze seçenekleri nedense bize biraz yetersiz geldi çünkü kısa sürede tükeniyormuş. Ahtapot Salatası vs. bazı istediğimiz şeyleri yiyememek biraz dudak bükmemize sebep olsa da tatilde olmak bize bu duyguları unutturdu. Barba Yorgo mekanının sahibi olan Yorgo bey bir Kimya mühendisiymiş, zamanında Gökçeadaya gelerek buraya yerleşmiş ve küçük bir bağda şarap üretmeye başlamış ve herkesin beğenisi üzerine satışına başlamaya karar vermiş. Sonrasında da açtığı mekanda leziz mezeler eşliğinde konuklarını ağırlamaya başlamış. Ben, evrenim, zeynebim ve Gencom her ne kadar lezzetleri beğenmiş olsakta kısa sürede kalabalıktan ve bize yetmeyen yemeklerden sıkıldık ve kalktık.
Sonraki gün ise planımızda adanın diğer tarafına yani Laz Koyuna gitmek vardı. Otomobilimize atlayarak erkenden 30 dakikalık bir seyahat sonunda Laz koyuna vardık. Ancak bayram olmasından ötürü kalabalık ve koyun bu kalabalığa biraz fazla olmasından dolayı girmekten vazgeçtik ve biraz ilerisindeki Adalet Bakanlığı dinlenme tesislerine gittik. Zeynomuzun avukat olması bize plajından ve diğer bölümlerinden faydalanma hakkını sağladı. Tüm günümüzü burada geçirdikten sonra akşam saatlerinde dönüş yapıp bu kez geceyi Kaleköyde balık ekmek yemek üzerine planladık. Sahilde hazırlanmış özel tekne önünde sıcak sıcak balık ekmeklerle karnımızı doyurduktan sonra akşam kurulan mini pazarda hediyelik eşyalara baktık.
Kesinlikle unutulmaması gereken iki konuyu abur cubur sevenlere hatırlatmak istiyorum. Birincisi Kaleköy merkezde bulunan dondurmacıyı mutlaka ziyaret edin. Sakızlı kaymaklı dondurmaları gerçekten benim ve evrenimin pek hoşuna gitti. Bir de çarşının girişinde minik bir tezgahta satılan sütlü mısırlar enfesti. (Bu yüzden midem epeyce ağrıdı ama olsun.) Gece Kaleköy’de eğer rakı balık
yapmıyorsanız ikinci bir alternatif olarak sokakta konuşlanmış ve canlı müzik yapılan Badem Bar alternatifiniz olabilir. Biz açıkcası bu mekanlar dışında başka bir eğlencelik yer bulamadık. Minik yerleşim yerlerinin en büyük problemi bu olsa gerek!
Ertesi sabah kahvaltısında ise enteresan bir haber aldık. Kahvaltıda yan masamızda dinlediğimiz cümlelerde bir önceki günün kalabalığından bahsediliyordu. Devamında dinlediklerimiz ise daha ilginçti. Bir önceki gece adada öyle bir kalabalık olmuş ki bir çok şey tükenmiş. Bunun sebebi ise geçmişten bugüne en kalabalık günlerinden birini yaşamış. Öyle kalabalık olmuş ki adada ekmek tükenmiş, benzin tükenmiş ve gelenler kalacak yer bulamadığından camilere, okullara yataklar atılıp dönemeyecek durumda olanlar oralarda ağırlanmış. Kaldı ki belki komik gelecek ancak dondurma bile bitmiş. Tabii bunları duymak bizi şaşırtırken bir yandan da biraz ürpertti. Çünkü ne kadar çok kişi gelirse dönüş bizim için o kadar zorlu olabilirdi. Bizde bundan hareketle dönüş yoluna biraz daha erken çıkmamız gerektiğine karar verdik.
Son günümüz olduğundan ve bu günü ilginç geçirmek için gitmediğimiz ve adını en çok duyduğumuz son lokasyon olduğu için Aydıncığa doğru yola çıktık. Aydıncık sahili hemen arkasında Tuz Gölü bulunan bir sahil hem de özellikle son dönemde Bulgar Surf sporcularının yeni antreman mekanlarından biri haline gelmiş. Tuz gölünde fazla kalmadık çünkü biraz fazla kokuyordu. Aydıncık sahili de bu kokudan nasibini aldığından orada kalmaktan son anda vazgeçtik. Yalnız bu kokunun sakın pislik, çöp vs. olduğunu sanmayın. Kokunun sebebi tuz gölündeki kuruyan tuzdu. Ancak biraz ağır bir koku olduğundan çevresinde durmak pek mümkün olmadı. Bizde planlarımızı değiştirip yeniden Adalet Tesislerine doğru yol aldık. O da yetmedi akşama doğru bir de Yıldız koyunu yeniden ziyaret edip denize veda ettik. Akşam kaldığımız mekanın restoranında güzel bir gece yaptık. Meze, rakı, eğlence, sohbet, hüzün herşey vardı. Sanırım oradaki en eğlenceli gecemizdi.
Genel olarak bakıldığında Gökçeada güzel ancak gençler için biraz hareketsiz bir adaydı. Terkedilmiş köyler, küçük mekanlar, sessiz koylar ve daha bir sürü görülecek yeriyle daha çok kafa dinlemelik bir noktaydı. İşte böylece bir gezimizi daha eğlenceli bir şekilde bitirerek sevdiceğimin omzunda uyuklayarak kocaman adamız olan İstanbula döndük. Bir sonraki gezide görüşmek üzere denize ve güneşe aşık herkese selamlar…